SEVGİLİ BABAMIN ANISINA

Yayınlandı: 10 Temmuz 2023 / Uncategorized

HÜSNÜ OĞLU MEHMET REŞAT (YAŞAR)

Karabina Mehmet’in torunu, Karabina Hüsnü’nün oğlu, Karabina Osman ile Hidayet’in kardeşi Yaşar (asıl adı Mehmet Reşat), 25 Nisan 1944 tarihinde, Salı günü, Çoruh ilinin (daha sonra Artvin) Hopa kazasının Viçe (Lazcası Vitse) nahiyesindeki Sümle köyünün Tsati mahallesinde dünyaya geldi.

Doğduğunda babası Hüsnü 39, annesi Naziye 35 yaşındaydı. 72 yaşındaki dedesi Mehmet ise Yaşar iki yaşındayken vefat edecekti.  1944’te Viçe henüz nahiyeydi ve ancak Yaşar 3 yaşındayken ilçe yapılarak Fındıklı adını alacak ve Rize’ye bağlanacaktı. Hopa’dan Viçe’ye ve batıya uzanan geniş bir panaromaya sahip dağların yüksek kesiminde yer aldığı için Lazca adı “Gökyurt” anlamına gelen Tsati ise Yaşar 11 yaşındayken 1955 yılında 1037 nüfuslu ayrı bir köy olacak ve Saatköy adını alacaktı.

Yaşar, günümüzde etrafını ot ve yosun bürümüş bir iki temel taşının,  yeşillikler içinde ayakta kalmayı başardığı yerde, şimdiki çocuklar tarafından eski ev diye adlandırılan evde doğdu.  Eski ev ilk zamanlar tek katlıydı. Osman, Mehmet, Hidayet, Nezahat ve Yaşar bu evde doğmuştu. Hüsnü, eşi Naziye ve çocukları, yeğeni Rahmi ve Rahmi’nin annesi Ayşe hep beraber bu evde yaşıyorlardı. Daha sonra Rahmi, 1983 yılındaki heyelan sonucu yıkılan ve şimdi yerinde sadece yarıcıların ikamet ettiği briket duvarlı küçük bir evin olduğu yerde kendilerine yeni bir ev yapınca evleri ayıracaklardı.   

Hüsnü, eski evin üst katına üç oda daha ilave edince iki katlı bir ev olmuştu. Naziye, gelini Nurhan’a, üst kata, kurulan iskeleyle inip çıktıklarını anlatırdı. Ailecek üst kata taşındılar. Evin alt katındaki odalar depo olarak kullanılmaya başlandı. Çeşitli inşaat malzemeleri ve hurda malzemeler buraya konmuştu.  Eski eve dış kapıdan girilince salon niyetine kullanılan geniş bir alana girilirdi. Salondan geçilince hayat denilen ortak kullanımlı bir alana çıkılıyordu. Tam karşısında bir sedir duruyordu. Sedirin yaslandığı cumbanın sürgülü pencereleri yukarı kaldırılınca ön bahçede lazcada ahipici denilen ahırın önündeki bahçe anlamındaki ahırağzı görülüyor, daha aşağılarda lazcada keğençhana denilen kireçhane bölgesindeki fındıklıklar seyredilebiliyordu. Hayata üç oda açılıyordu. Birinde Hüsnü ile Naziye kalıyordu. Osman da bu evde evlendi, eşi Ayşe’yi bu eve gelin getirdi. Daha sonra onlar Karadeniz Ereğli’ye göç ettiler. Hüsnü, evin ön cephesine bir oda bir salon şeklinde ilave yapmıştı. Yaşar ile Nurhan ilk burada yaşadılar, Osman Ereğli’ye gidince onların odasına geçtiler. Bu odaya bir de ebeveyn banyosu yapıldı. Yatakları ve elbiseleri koymak boydan boya dolap vardı. Üçüncü oda ise misafirlere ayrılmıştı. Tuvalet ve banyo yan yana evin içindeydi. Sokak kapısı küçük bir çengel ile kilitlenirdi.

Evin sağ tarafındaki küçük düzlükte nayla denilen bir serender kuruluydu. Naylanın hemen altında şimdilerde çoktan kurumuş olan ğali denilen küçük bir dere akıyordu.

Yaşar’ın doğduğu yıl İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarıydı. Müttefikler Avrupa’ya çıkarma planları, Almanlar da muhtemel işgale karşı direnme planları yapıyorlardı. Gazetelerde ve radyoda hep savaş haberleri vardı. Türkiye’de Milli Şef İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı’ydı. Savaşın etkileri Türkiye’de de hissediliyordu. Ekmek karne ile dağıtılıyordu. Rize’de ise çay tarımı için adımlar daha yeni atılmıştı. Ancak ahali geçmiş yıllarda yaşanan kıtlık felaketinden çok etkilendiği için, tarım arazilerini bozup çay bitkisi ekmeğe pek yanaşmıyordu. Ayrıca çay ekiminin yapılacağı alanların kızılağaçlık olması sebebiyle bu alanların söküm işinin yapılması için erkek gücüne ihtiyaç vardı. Ancak yöredeki erkekler genelde gurbette olduklarından çay işleri kadınlara kalıyor, kadınların gücü yetmeyince, bu da çaycılığı olumsuz etkiliyordu. Ancak 1950’lerden sonra çaydan para kazanılmaya başlayınca Rize’de dış göç nispeten azalacaktı. 

Yaşar’ın doğduğu yıl Rize’de sadece üç tane çay atölyesi faaliyetteydi, henüz çay fabrikaları kurulmamıştı. Atölyeler çayın kilosunu 180 kuruştan alıyorlardı. Ama fındık üretimi diğer ilçelere göre oldukça boldu. 1944 yılında Viçe’de 750 ton fındık üretilmişti. Hatta bu nedenle Viçe nahiyesi, ilçeye dönüştürülünce adı Fındıklı konacaktı. Nahiyeye ailece yerleşmiş İspirli hamallar sağa sola mal taşırdı. Yeni Viçe köprüsü henüz yapılmamıştı. Yaşar doğmadan iki gün önce, 23 Nisan’da tüm yurtta Milli Hakimiyet ve Çocuk Bayramı kutlanmıştı. Her gün 12.30 da yayına başlayan Ankara Radyo’sunda ajans haberlerinden sonra peşrev, semai ve şarkılar çalınırdı.

Yaşar bebekken çeşitli hastalıklar geçirdi. Naziye, cinlerin oğlunun kundağını söküp beşikten kaçırmaya kalktıklarını söyledi. Daha önce yine abisi Mehmet de bebekken hayatını kaybettiği için ailesi Mehmet Reşat koydukları çocuğun isminin ona yaramadığına inanıp, adını Yaşar olarak değiştirdiler. Hayatı boyunca Yaşar ismi ile bilindi.

İlkokulu 1951 yılında öğretime başlayan Tsati’deki ilkokulda okudu. Okulun da ilk öğrencilerindendi. Öğretmeni Sümer Köyü’nde oturan Münir Akkaya’ydı. Yukarı mahalledeki okula sabah akşam kâh çay bahçelerinden geçip kâh dereleri aşarak yürüyerek çıkar ve inerdi. Eğitimine ilkokul 5 sınıftan sonra devam etmedi. Kendisinin sağken aktardığına göre, ilk kez 13 yaşında babası ile beraber gurbete çıktı. İnşası 1956 yıllında tamamlanan, ilk iki ünitesinin 1956’da 3. ve 4. ünitelerin ise 1966’da işletmeye alınan Sarıyar Barajı’nda çalışmak üzere ailesi beraber Ankara Nallıhan’a geldi.

Babası Hüsnü’nün Sarıyar barajından kazandığı para ile satın aldığı ve Rize’ye getirdiği kamyonu abisi Osman ile beraber işletmeye başladı. Ancak hem kendisinin hem de abisinin yaşlarının çok genç olması nedeniyle ticari başarı sağlayamadılar. İsmet Karabina’nın aktardığına göre; babası Hüsnü şöyle demiştir “Kamyonu ben aldım, benzini ben dolduruyorum, bu araba hâlâ zarar ediyor”.

Askere gitmeden hemen önceki yıllarda abisi Osman, inşaatı 1961-1965 yılları arasında tamamlanan Erdemir Demir Çelik Fabrikası’nda çalışmak için Karadeniz Ereğli’ye gidince, Yaşar da bir müddet abisinin yanına gidip kaldı. Yeğeni Mehmet Karadeniz’in aktardığına göre “Gençken o kadar güçlüydü ki Reno’nun önünü tek başına kaldırırdı”. Gençken boş vakitlerinde o zamanların modasına uygun olarak takım elbise giyerdi. Yine takım elbise giydiği bir gün, arıza yapan aracın altına girince, beyaz takım elbisesi yağ içinde kaldı.

Askerliğini 1964-1966 yılları arasında İstanbul Rami’de, 391. topçu taburu, 1. bataryada, topçu olarak yaptı. Uzun boylu olduğu için askeri törenlere gönderilen kıtada yer aldı.

5 Temmuz 1965 tarihinde kendisi askerdeyken Kurtuma (şimdiki Ilıca mahallesi) Köyü’nden Kavazoğlu Hamdi’nin en büyük kızı 1949 doğumlu Nurhan ile nişanlandı. Nişanlısından mektup gelince, askeri kamyonun altına girip gizlice okudu. Askerden dönünce 27 Ağustos 1966 tarihinde evlendi. Evlendiğinde kendisi 22, Nurhan ise 17 yaşındaydı. Bir yıl sonra 1967 yılında 23 yaşında ilk kez baba oldu; ilk kızı Nezihe dünyaya geldi. İkinci kızı köydeki eski evde, 3 oğlu ise Trabzon’da dünyaya geldi.

1974 yılında bir kamu kurumu olan YSE’de (Yol Su Elektrik Kurumu) işçi kadrosunda şoför olarak işe başlayınca, Trabzon’a göç etti. Nurhan’ın aktardığına göre “Hüsnü dede Osman’dan sonra diğer oğlu Yaşar’ın da evden ayrılıp, Trabzon’a gitmesini hiç kabullenmedi”. Hatta ikinci evliliğini yapınca kendisini bırakıp giden oğullarına nazire edercesine “Melen (öteki) avladan (avludan) buraya çubri (kestane) gibi çocukları dizeceğim” dedi.

Yaşar da babasına çok saygı duyardı. Ondan çok korktuğunu, çekindiğini kendisi sohbetlerinde ifade etmiştir. Bir keresinde “şimdi babam mezardan çıksa gelse bu yaşta gene korkardım” demişti. Bu nedenle memleketten Trabzon’a gelmek, babasının yanında çalışırken maaşlı bir işe girmek fikrini hayata geçirmek, Yaşar için oldukça radikal bir karardı.

Sümer Köyü’nden Saat Köyü’ne giderken çay alım yerini geçer geçmez karşınıza çıkan derede eskiden ahşap bir köprü vardı. Köprüden YSE’nin resmi plakalı çimento yüklü kamyonuyla geçince, köprünün tahtalarını çatlattı. Başka bir zaman eşi Nurhan’ın köyüne kamyonla gittiği bir gün, dönüşte Kurtume virajlarında kamyonun frenleri patladı. Zor durabildi.

Sarı renkli Dodge marka pikap ile yolda giderken, Fındık fabrikası kamyonunun kasasındaki kavrulmuş fındık çuvallarından biri yola düştü. Yırtılan çuvalda kalanları eve getirdi. Çocukları bayram ettiler.

O dönem en iyi arkadaşları Hatay ile Tayfun’du. “Tayfun’a şoförlüğü ben öğrettim” derdi. Hatay YSE’nin futbol takımıyla ilgilenen spor adamlarından biriydi. Yaşar kullandığı otobüsle sık sık futbol takımını maçlara götürürdü.  Hatay, bir gün Gümüşhane taraflarındaki köylerden birine giderken yol kenarındaki tarlada çalışan kadınlara “Asiye, Asiye” diye seslendi. İçlerinden biri de gerçekten Asiye çıkmaz mı? “Ey” diye cevap verince, “Birkaç kök karalahana koparın da geçerken alalım” dedi. Dönüşte kadınların yol kenarını tıka basa karalahana ile doldurduklarını gördüler. 

6 yıl sonra 1980’de aynı kurumun Pazar’daki şefliğine tayinini istedi. Evini de Trabzon’dan Saat Köyü’nde Hüsnü’nün yeni inşa ettiği eve taşıdı. Yeni evi ikiye bölerek kullandılar. Koridorun solundaki odalar Yaşar’ın evi, koridorun sağındaki odalar üvey annesi Orcili Ayşe’nin evi oldu. Köye yerleşmek üzere tavuklar ve inek satın aldı, ineğe lazca Pukkia adını koydular. Akşamları eve gelirken elinde Günaydın Gazetesi olurdu. Evin bacasına oğul yapan yaban arılarının yuvasını ateş yakarak temizledi. Evin hemen yanı başındaki devasa ağaca tırmanıp, ağaca dolanmış Ceneviz üzümünü toplar, arada bir evin terasında kendisini bekleyen çocuklara verirdi. Köydeki yeni ev ile yıkılan eski evin arasındaki avluda, çoluk çocukla beraber heyecanlı voleybol maçları oynardı. Bir yıl boyunca Pazar ilçesinde çalışan Yaşar, evin iş yerine uzaklığı, gidip gelme zorlukları, çocukların eğitimi ve köy yaşamının sıkıntıları karşısında yeniden Trabzon’a tayinini istedi. Hatta bir akşam çocuklarına kimler Trabzon’a dönmek ister diye sordu, onların da fikirlerini aldı.

1981 sonbaharında yeniden Trabzon’a taşındı. Fatih Mahallesi Onur Sokak’taki Özlemi Apartmanı’nın dördüncü katında ikamet etti. Eşya kamyonu Trabzon’a vardığında gece olmuştu. Eşyaları elektrikleri kesik, karanlık eve yığıp o gece aynı mahalledeki Nurhan’ın kardeşi Fatmalarda kaldılar. Hatta kızları Nezihe ile Emine bir gün yürüyerek teyzelerine giderken onları gizliden takip eden 4 yaşındaki Hüsnü yolu şaşırmış, kaybolmuştu. Gün boyu tüm aramalara rağmen bulunamamıştı. Karakollara haber verilmişti. Civarda dolanan bir polis minibüsünü gören Yaşar, bir haber var mıdır acaba, diye polislerin yanına gidince arabada oturan ve kendisine elindeki bisküviyi uzatan Hüsnü’yü görmüş ve sevinçle eve getirmişti.

İş yeri YSE, Trabzon’da, şimdiki Karadeniz Teknik Üniversite’sini geçince denize nazır bir yerdeydi. Personel servisi ile gidip gelirdi. Personel servisini kaçırınca Ayasofya’dan Meydan’a gitmek ve Meydan’dan ikinci bir dolmuşa binmek gerekirdi.

1983 yazında, aşırı yağış nedeniyle Saat Köyü’nde meydana gelen heyelanda, ablası Hidayet’in evinin toprak altında kaldığına canlı canlı şahit oldu. Oluşan çamur nedeniyle ancak bir hafta sonra üzerinde yürünebilen o balçıklı zemini nasıl aştığını hatırlamadı hiç. Kendisini toprak altında kalan evde buldu. Ablasını ve yeğenlerini kurtarmak için kahramanca mücadele etti. Ailenin büyükleri “melaikeler götürmüştür” dedi. Afet sonrası köyde yaşam olanağı kalmadığı için, bir vefa örneği göstererek üvey annesi Orcili Ayşe’yi ve iki oğlu Muzaffer ve Cafer’i de yanlarına alıp Trabzon’a getirdi. Köydeki şartlar düzelinceye dek bir yıl aynı evde 9 nüfusa baktı.

1983 yılında, YSE amblemli, sarı renkli Dodge marka pikabın direksiyonunda seçim sandıklarının taşınmasına görev aldı.

1986 yılında işçilere tanınan erken emeklilik hakkını kullanarak 42 yaşında emekli oldu. Emekli ikramiyesi ile satın aldığı dolmuş-taksi ile Ayasofya-Meydan güzergahında dolmuşçuluk yaptı. Günün moda rengi koyu kahve renginde 1977 model Murat 131 arabası vardı. Arabanın arka camında frene basınca iki yana doğru uzayan noktalı ışıkları yüzünden mahalledeki çocuklar tarafından Kara Şimşek diye anılırdı. Arabanın teybinde Küçük Emrah, Kayserili Neriman, Küçük Ceylan gibi kasetler olurdu. Boş zamanlarında ailesini de alarak araba turları yapmayı severdi. Akçaabat taraflarında köfte yemeğe giderlerdi. Bayramlarda ailesini Trabzon’dan köye götürür. Tüm akrabaları ziyaret ederdi. Yazları köye gidince, Fındıklı-Sümer arasında korsan taksicilik de yapardı. Bir yıl sonra çalışmaktan sıkılıp, dolmuşu sattı. Geçim sıkıntısı başlayınca ve daha rahat bir yaşam umuduyla 3 Haziran 1987 tarihinde Trabzon’dan Muğla’nın Yatağan ilçesine göç etti.

Yatağan’da önce hafriyat kamyonlarında şoförlük yaptı. Daha sonra termik santral personelinin taşındığı otobüslerde servis şoförlüğüne başladı. Uzun zaman servisçilik yapınca Yatağan garaj eşrafı arasında Laz Yaşar diye tanındı. Hatta öyle ki oğlu Şenol üniversiteden bir arkadaşına evi tarif ederken “Yatağan’da inince garajda Laz Yaşar’ı sor, sana evi tarif ederler” dedi. Çocuklarının 302 marka Mercedes otobüsü yıkayıp temizlemelerinden sonra mahalle arasında koca otobüsle turlamalarına ses çıkarmazdı. Beyaz eşya dükkanında çalışırken sağa sola mal götüren Şenol ile yolda karşılaştıklarına gülümseyerek selektör yapardı. Şenol Ankara’dan dönüşlerde babasını arayıp geliş tarihini haber verince hemen Yatağan’daki yazıhaneden bileti satın alırdı. Yaşı ilerleyince 2000’li yılların ortasında şoförlüğü ve çalışma hayatını sonlandırdı. Bu dönemdeki en iyi arkadaşı Hopalı Hasan’dı.  

1 Şubat 2015 tarihinde ömrünün son yıllarını geçireceği İzmir’e taşındı. 7 yıl Çiğli’de Evka 5’te ikamet etti. Yatağan’daki kadar hareketli bir yaşamı olmasa da ekonomik olarak rahata kavuşmuştu. Canı sıkıldıkça Karşıyaka’ya iner, mahalle pazarlarını gezer, Cuma namazına giderdi.

Hayatı boyunca sigara içti. Sigara alışkanlığı, tüm kendi yaşıtları gibi çok küçük yaşlarda başladı. Kendisinin söylediğine göre; gençlik zamanlarında, köyde sigara bulamayınca mısır püsküllerini kurutup, sigara kağıdına sararak içerlermiş.  Alkole karşı değildi, kimsenin yediğine içtiğine karışmazdı ama kendisi kullanmazdı. Bir keresinde YSE’de çalışırken, araziye çıktıkları Gümüşhane ya da Erzurum taraflarında aşırı soğuğa maruz kaldıkları bir gün, donmamak için kanyak içtiklerini anlatırdı.

Gençliğinde esmer, ince yapılı, uzun boyluydu. Yaşı ilerleyince saçlarına aklar düşüp, göbeklenmişti. Hayatı boyunca Kadir İnanır’a benzetildi. Dar ve uzun siyah bıyıkları vardı. Hiç sakal bırakmadı. Oldukça duygusal bir mizaca sahipti. TV’de duygusal bir film izlerken ya da kazanılan milli maçlarda gözleri dolardı. Yüzü sürekli güler, insanları memnun etmenin yollarını arardı. Çocukları yola çıkınca varacakları yere kadar sürekli arar, gittiniz mi, yollar nasıl, yolculuk nasıl gidiyor diye sorardı. Misafirlerini karşılamak için sabırsızlıkla apartmanın dışında bekler, uğurlarken gene arabaya kadar eşlik ederdi. Eşinin aksini gezmeyi severdi, seyahat fırsatı olunca kaçırmazdı. Ama gittiği yerde çok çabuk sıkılırdı. Hemen eve dönmek isterdi. Eşini dostunu sık sık telefonla arar, hal hatır sormayı severdi. Çocuklarının başarılarından büyük keyif alır, bunu herkesle paylaşırdı. Yemek seçmezdi. Nurhan “Önüne ne koysan beğenmemezlik yapmaz, yer” derdi. Memleketten sık sık yerel ürünler sipariş ederdi. Bol iç yağıyla pişirilmiş karalahana yemeklerini çok severdi. İzmir’de karalahana satılan muhtelif pazarlar yerini bilirdi. Hatta Nurhan “sen ölünce mezarına karalahana ekeceğim” diye şakalaşırdı. Vefatından sonra Yaşar’ın mezarına karalahana ekildi. Ama temizlik ve düzen konusundaki umursamazlığı meşhurdu.

Televizyonda her tür spor müsabakasını izlemekten keyif alırdı. Özellikle güreş müsabakalarını kaçırmazdı. Koyu bir Trabzonspor taraftarıydı. Trabzon’da yağmurlu bir havada futbol maçı izleyince zatürreye yakalandı, 20 gün hastanede tedavi gördü. En son 1984 yılında şampiyon olan Trabzonspor’un 2022 yılında 38 sene sonra gelen 7. şampiyonluğunu göremedi. Şeker hastasıydı, 20 Ocak 2022 tarihinde 78 yaşına iki ay kala ani kalp yetmezliği nedeniyle İzmir’de hayata gözlerini yumdu. Kabri İzmir’de Doğançay Kabristanlığı’ndadır. 

Yorum bırakın